30.7.18

Okudum, Kitap Alıntıları; Sabahattin Ali, Sırça Köşk

sebahattin ali. sırça köşk

Sabahattin Ali'nin Sırça Köşkü

Sabahattin Ali'nin "Sırça Köşk" isimli öykü kitabından seçtiğim alıntılarla yeniden sizlerleyim...
 
Sabahattin Ali okuyucuları tarafından belki de en çok sahiplenilen yazardır... Onunla ya da yazdıklarıyla ilgili yapacağım değerlendirmeler okuyucuları nezdinde kadük kalacaktır... Yanlış ya da abartılı tasfirler yaparak  O'nu sahiplenen  okur kitlesinin hedefi haline gelmek istemem doğrusu... :)  
 
Okurları tarafından bu kadar muhabbetle sahiplenilmek başka yazara nasip olmuş mudur bilinmez... Bildiğim bir şey varsa o da okurları tarafından çok sahipleniliyor olması... 
 
Peki ama bunu nerden biliyorum?; "iki ama aynı masada karşılıklı dolma yerlermiş... Birisi diğerine dolmaları çift çift yeme dediğinde sen ama değilmisin nerden biliyorsun çift yediğimi deyince, kendimden biliyorum" demiş.

Sabahattin Ali'nin hala okumamış olduğum hikaye kitaplarının olduğunu bilmek mutlu ediyor beni.

Hülasa; Sabahattin Ali'nin, Sırça Köşk isimli hikaye kitabını okurken dikkatimi celp eden iktibasları aşağıya bırakar, müsade buyurursanız huzurlarınızdan affımı diliyorum.  
 
Sabahattin Ali'nin, romanları başta olmak üzere okuduğum 7. kitabı... kişisel bloğumda paylaştığım diğer kitaplarıyla ilgili içeriklere buradan bakabilirsiniz... Bir sonraki kitap alıntıları paylaşım içeriğinde buluşmak dileğiyle...

Mutlu ve sağlıcakla kalın...


Sabahattin Ali, Sırça Köşk, Kitap Alıntıları


→ Gözlerinin altı da, içi su dolu kesecikler gibi şişmiş ve yanaklarına doğru sarkmıştı. İkinci kaptan ise inadına uzun, sarı, sıska bir şeydi. Kasketini kulaklarına kadar geçirmiş, şubat ayında buralarda hava pek soğuk olmadığı halde, kaputunun yakasını kaldırmıştı.

→ Yapacak işleri olmadığı için dünyayı dolaşmaya çıkan aylakçı zenginlerin, memleketlerinin herhangi bir köşeciğind...

→ saklanmayıp, sahilden her tarafı gezdiklerini ispat etmek ister gibi, her uğradıkları yerden vesika mahiyetinde bazı şeyler tedarik etmek adetinde olduklarını biliyordu. Ama bu düşüncelere dalmış bir halde gemiye yaklaşıp bayrağın İngiliz olduğunu görünce, biraz ümitleri kırıldı. Deli gibi para yiyenlerin asıl Amerikalılar olduğu malumdu.

→ bütün insanlar gibi, ressam Tevfik de kaderine çabuk boyun eğenlerdendi.

→ Ama ben bu candan ahbaplarımda teselli arayacak halde değildim. Gözüm sekiz arşın kalınlığındaki taş duvarları aşıyor, güverte kenarında eteklerini uçurarak vincin işlemesini seyreden kızları, merdivenden kocaman yatak denkleri indirmeye çalışan hamalları görüyordu. Yerimden fırlamak, gardiyanları, jandarmaları şöyle elimin tersiyle iterek çıkıp yürümek, bir sandala atlayıp gemiye varmak ve kaptana: -Çek!- demek istiyordum. Gözümde tüten ne şehirler, ne insanlar, ne de kırlar ve ormanlardı. Açık denizleri, etrafında duvar olmayan, uçsuz bucaksız yerleri arıyordum. Ama ruhumuz böyle gökyüzlerinde uçup dururken birdenbire yere inip insan küçüklüğü ile karşılaşmak ne tuhaf oluyor.

→ Maazallah insan bir soysuzunun eline düşerse malına mı, canına mı yanacağını bilemezmiş.

→ Dedim ya, tarifi mümkünsüz.

→ Yok canım- dedi, -sana söyledim ya, helal süt emmiş adam! Ondaki insaniyeti kimsede bulamazsın. Halden anlar, paran çıkışmazsa derdini ameliyatsız da sağaltır. Bir de tatlı konuşmaları var, hani insanın illetini diliyle çekip alıyor desem hilafsız...

→ Allah doktorları günahkar kullarını cezalandırmaya yollamış, ama günahsız kullarını da yüzüstü komamış

→ Nasıl bir tuzağa düştüğünü yavaş yavaş anlayan Avni, büsbütün halsiz ve perişan, yatağına uzanıp düşüncelere daldı: -Ülen Allahın sersem kulu, nasıl oldu da basiretin bağlandı? Borlunun kır sakalına mı kandın, tatlı diline mi? Sen böyle dolaplara girecek adam mıydın! Gelgelelim şu kör olası hastalık insana göz açtırmıyor. Aman anam, bu sancılar böyle gelip, gittikçe karşıma Azrail çıksa medet ya melaike deyip eline sarılacağım. İlaçların da bir faydasını görmedik! İnsaniyetine kurban olduğum doktorun bir kere yüzünün güldüğüne rastlamadım.

→ Ah, ben hayvanları çok severim. Bütün canlı mahlukları, hayatı, güzelliği, saadeti severim. Bahtiyar bir köpek bile benim içimi sevinçle dolduruyor. Ben karanlık şeylerden bahsetmek için dünyaya gelmemişim. İçim tatlı, sıcak, neşeli şeyler anlatmak isteğiyle yanıyor. Hele cümle alem bu köpeğin onda biri kadar rahata kavuşsun, bakın ben bir daha acı şeylerden söz açar mıyım!

Bu memleket bu aşağılık duygusundan ne zaman kurtulacak bilmem? Gavur olsun da kim olursa olsun. Hemen baş tacı ederiz.

→ Onları, karlı havada birkaç yüz metre ötedeki çam ormanlarına gitmekten alıkoyan mukaddes tembellik karşısında garip bir ürperti duyarak dolaşmama devam ettim.

→ Cennet gibi yerler virane oldu diye gavurda keramet, Müslümanda kabahat arama!..

→ Başka bir insanın zayıf olduğu yerde kendimizin kuvvetli kaldığımızı bilmek gurur verici bir şey...

→ Siz münevver, tahsil, terbiye görmüş, kıymetli bir gençsiniz.

→ gülümsemesi, kendi yumuşaklığı ile onu yumuşatabileceğini sanması kadar gülünç, adi şey olur mu?

→ onulmaz illetlere tutulmuş bir hastası mı var, para yetiştiremediği bir sevgilisi mi?

→ Gençsin, güzelsin, gözlerinde doymamış bir hasretin ateşli bulutları dolaşıyor. Kendine layık gördüğün bir eş mi bulamadın? Memleketin en güzel kızları benim sarayımdadır. Söyle, bütün cariyelerimi karşına dizeyim, en sevimlisini, hayır, hepsini al!

→ bahtiyar, bir ömür boyunca hasretini çektiği şeye kavuşan değil, ona erişeceğini anladığı anda, saadetinin en yüksek noktasında bir 'Ah!' diyerek düşüp ölebilendir.

Yorum Gönder

♡ Yorumlarınıza en kısa sürede geri dönüş yapılır.
♡ Üyeliğiniz yoksa dahi anonim profili seçerek yorum yapabilirsiniz.

Whatsapp Button works on Mobile Device only

Yazmaya başlayın ve aramak için Enter tuşuna basın.