15.4.19

Okudum, Eylül, Mehmed Rauf, Kitap Alıntıları

Okudum, Eylül, Mehmed Rauf, Kitap Alıntıları

Eylül, Mehmed Rauf, Kitap Alıntıları

◆ eylul

▪ Necib için ömrünün en tatlı zamanları yalnız çok mutlu olduğu anlar değil, müzikle sarhoş olduğu zamanlar idi. Yani o kadar şiddetle duygulanıyordu ki diğer her şey ardında kalıyordu.

▪ Onlar hep “Ah ne güzel!” diyerek ilerliyorlardı. Fakat karşıdan görünen büyük yolun heybetli ağaçları altına çıkıp da çayır bütün genişliğiyle önlerine serildiği zaman sonsuz bir şaşkınlık ve mutluluk hissettiler. Deniz dalgalarının akışıyla serilen bir deniz enginliği ve büyüklüğüyle rüzgârın önünde dalgalanan çayır onları büyüledi. İlk duyguları memnuniyetle karışık hoş bir şaşkınlık oldu.

▪ Ah, eğer Suad ve Süreyya arkalarında bastonuyla öteleri kırbaçlayarak gelen, ara sıra birkaç sözle sohbetlerine ortak veya gördükleri şeyler hakkında bir görüş söyleyen ve hatta neşeli görünen Necib’in ruhundan neler geçtiğini anlayabilselerdi onu ne kadar iğrenç bulurlardı.

▪ O hiçbir zaman, başkalarının iç güdüleriyle yaptıkları, aşağılık kötülükleri yapamazdı; yapmadan önce, yaparken ve hele sonra ateşler içinde yanardı.

◆ eylul

▪ Tekrar o yara, o küçük yara bağırdı: Ah niçin ona yetmiyordu? Niçin ona her şeyi unutturamıyordu? Erkek kalbinin kadınların kalbinden daha fazla isteği olması bir haksızlık değil miydi?

▪ Kadınlar sürekli heyecan, sürekli telâş ederler. Devamlı sinirleri rahatsızdır ve başları ağrır...”

▪ “Sade can sıkılır...” diyordu. “Kitap, kitap, kitap, kitap... Dünyanın bütün gazetelerine abone olmalı... Bir hafta gelen gazeteleri öbür haftaya kadar okuyamamalı... Sonra havalar iyi olunca...”

◆ eylul

▪ Suad’ın ağırbaşlılığı ve güzelliğine hayranlığı, tabiatındaki yumuşaklık ve sakinliğine tutkunluğu yineleniyordu. Sonra piyano onlar için büyük bir eğlence idi.

▪ Hem kadınlara hıyanet için sebep sormak kadar budalalık olur mu? Bu onlar için bir ihtiyaç, aldatmak, hıyanet etmek doğal ve hayatî bir görev değil midir?

◆ eylul

▪ Bu aşk duygusunun doyurulması imkânsız olduğu için önce tatlı başlayan duyguları sonrasında yerini yakıcı bir acıya bırakıyordu.

▪ Necib için şiir ve sevda, daima, daima gerekliydi; bunlar onun ruhunun düşkünlüğüydü, tiryakiliğiydi. Hiçbir kadına âşık olmadığı zaman bile aşka âşıktır, bunun için sürekli kadınlar vardı, her zaman bu meylini yönelteceği bir kadın bulurdu.

▪ Bu aşkın vücut bulmasına kendi ne kadar acı çekerse çeksin izin veremezdi.

▪ Onu, ele geçiremeyeceği, sahiplenemeyeceği, başka hiçbir kadında bulamayacağı için seviyordu, bakışı için, gülümseyişi için seviyordu. Ve bu koku, ah o koku, sanki kendi yüreğinden çıkıyordu. O kadar yakındı, o kadar uzaktı; ya o can yakan bakışı, o saf gülümseyişi, o derece masumdu ki, bu suskun ve saygıdeğer tutkunluktan, bunlara karşı kalbinde ortaya çıkan ateşten kendini alıkoymak, razı olunacak bir fedakârlık değildi.

▪ Bunların açığa çıkarılamayacak, anlaşılırsa da suçlanılacak şeyler olduğunu reddedemeyerek “Ne yapmalı?” diyordu.

▪ Her şeyin ilk hayallerinin bolluğu ve renklerinden sonra derece derece bir sönme ile hüzün ve bıkkınlığa, sıkıntı ve karanlığa gidişi onu damla damla öldüren bir uyuşturucu gibi geliyor ve kendisi buna kurban olduktan sonra bunun sadece kendisi için olmayıp böyle genel bir kanun olduğunu görmekten acı bir teselli buluyor, garip bir korku sarhoşluğuyla kalıyordu.

▪ Duygularının akışına o kadar kapılıyordu ki kendisine herkesin cani deme yetkisi olduğunu kabul ettiği zamanlarda bile yine vicdanının kanaati ile sakin durduğu zamanlardan bir fark bulamaz hâle gelmişti.

◆ eylul

▪ Evet, bırakınız kaçayım...” diyecekti. “Çünkü buradaki hayatım uğursuz bir şey oldu. Ben sefil, uğursuz bir adamım. Sizin bu kadar iyiliğinize karşı ben alçaklık ediyorum. Fakat bilseniz ne zavallıyım...”

▪ Ve zavallılığını mümkün değil ispatlayamayacağını ve açıklayamayacağını görüp ümitsiz kalıyordu. Süreyya kalkıp

▪ Hayatını sevilecek, mutlulukla yaşanılacak bir hayat gibi görememek endişesi bir telâş oluyor, birkaç zamandır zihnini işgal eden şeyler, duygusuz bir zehir ile etkileyerek onu ne derece yıprattığını gösteriyordu.

▪ Bu girişimlerinin çoğunda kendi tabiatına tamamen ters olan uzun gerçeği söyleme güçsüzlüğü, gülünç bulunmak kaygısı, geri dönüşsüz bir reddediliş, fikirlerine önem verilmeme korkusuyla saatlerce süren mücadeleler sonucunda yine sessizliğe, yine kederlerini yalnız kendine saklamaya mecbur kaldı.

▪ Dünyada güzellik ve temizlik neden yok oluyordu, kendinin de bu yok oluşta payı yok muydu, bu insanlara hıyanet etmiyor muydu sanki. “Ah, insanlar niçin böyle kötü olmuşlar? İyilik arzusuyla beraber bu kötülüğün ne gereği vardı?” diye şikâyet ediyor, “Güzel ve yüce bir kadının yanında, insan her türlü kötü fikirden uzak olarak niçin temiz ve masum yaşamamalı? Nedir bu insanlığın içten içe çürüyüşü, bu çamur, bu fırtına... Bu kirin, temizliği bir daha getirmemek üzere yaralaması niçin?” diye inliyordu.

▪ Müziği dünyanın en üst ve yüksek zevki sayan Necib’e ne kadar da hak veriyordu. Müzikle oyalanırken bir haftadır kendini zehirle yok eden haince düşüncelerden kurtulduğuna da memnun oluyordu.

◆ eylul

▪ O anlatırken bütün vücudunu ezip, kırıp hurdahaş eden asi bir titreme, soğuk terle karışık, vücudunu çözen bir titremeyle, büyük felâketlerde gelen o sinir zayıflığıyla gerilen Suad, öylece durakalmış dinliyordu.

▪ Her an “öldü” haberini almalarının muhtemel olduğunu düşündükçe son derece elemli, vesveseli, ıstıraplı oluyordu.

▪ Onu o kadar istemiş, o kadar aramış, o kadar beklemişti. Onunla o kadar oyalanmıştı ki, şimdi gelirse mutlu olacağım zannı olmuştu. Fakat işte o geldiği hâlde nasıl tedavisi imkânsız bir dertle hasta ve mutsuz olduğunu tekrar hissetmekten doğan korkuya boğulmuştu.

▪ Son defa bir daha görüp “Ah güzelsin, yücesin, bana hayatı sen sevdirdin, meleksin!” deyip ölmeyi ne kadar istemişti.

◆ eylul

▪ Necib’in bu kadar hürmet ve sakinlikle kendini ortaya koyan aşkının korkulacak bir şey değil, tersine kadınlık gururunu okşayan, minnet ve şükranla kabul edilecek bir sevgi olduğunu düşünerek zevke boğuldu.

◆ eylul

▪ Süreyya arabacının parasını verirken Suad, mutlu ettiğini ve sevildiğini bilen kadınlara özgü bir gülümseme ile “Rahatsız etmedik ya?” diye sordu.

▪ Hiçbir zaman hayatı böyle ele geçmez, yola gelmez hain bir şey olarak bilmemişti. O, hayatını geldiği gibi yaşamıştı.

▪ Eee, sonbahar bu... Artık bu kadar güzellik ve sıcaklık verdikten sonra! Eylülden daha ne beklenir. Eylül, malûm ya, hüzün ve yağmur ayıdır.”

▪ Ne renk, ne koku... İşte yapraklar ölüyor... Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı, her şey çürüyor. Oh, her şey çürüyor!..

▪ O zaman eylül kendine, doğada ilk korku ayı, faniliğin ilk hissedildiği ay, ilk faydasız ve yakıcı mücadele arzusu gibi, hayatın ne olduğunu anlayıp habersiz geçen güzel geçmişin özlemiyle ilk boyun bükülmüş bir ay gibi göründü.

◆ eylul

▪ Suad’ın öyle zamanlarda öyle bakışları oluyordu ki, bu ona yeniden bir hayat verilmiş gibi mutluluk veriyordu.

▪ İmkânsız şeyi istemek, bile bile geri çevrilmektir.

▪ Kesik, birbirini tutmayan cümlelerden boğazı kuruyor, sinirleri gevşemiş titriyordu.

▪ Namus... Herkesin söylediği, fakat kimsenin rastlamadığı bir çeşit kuş olmalı...”

◆ eylul

▪ Necib, şu nefis yaratığın nasıl bir tek sözüne hayat ve mutluluğunun bağlı olduğunu, gözünde bu vücudun ne yüz bin hayata değer kıymette bulunduğunu düşünerek, tereddütlü, bir şey söylemedi:

▪ için neler, ah neler yaptığını acı acı düşünerek gözlerine yaşların hücumunu hissetti. Fakat birden öfke ve kin bunları kuruttu. Bu hakaret, tahammülünün pek, pek üstündeydi. O kadar ki, deli gibi elinden çatalı bıçağı fırlatarak sokağa fırlamak ve...

◆ eylul

▪ Suad merak ediyor görünmemek için kendini zorladı. Fakat Hacer anlatmak için teşvike muhtaç değildi.

▪ Ve Suad, tekrar aşkına dair kurduğu bütün kıymetli hayallerin, o mutluluk yuvasının, bir yakıcı çöküntünün acı, gönül yakan matemiyle yandığını hissederek hiç, asla bu yaradan şifa bulamayacağını, ölünceye kadar bu ateşle yanacağını, özellikle uzaklaşıp hatırada sade mutluluklarıyla sıtmalı ve sarhoşça, can yakan bir baygınlık gibi kalan, o birbiri için yaşanılan, ölmeye tam bir minnetle hazır bulunulan ve bu kadar sevip sevildikçe dünyalar ele geçirmiş gibi ruh ve hayatın arttığı hissedilen aşk ve mutluluk anlarını bir saniye derin bir esefle tekrar görür gibi oldu.

▪ Artık kesinlikle o aşkı gömmek gerektiğini, asla düşünmeksizin bu hayalleri feda etmek gerekli bulunduğunu anlıyor, mutluluğu sade hayalde olan bu mutsuz aşk, şimdi baştan ayağa bir zahmetten, belâdan başka bir şey görünmüyordu.

▪ Mademki aşk ile saadet ne kadar mümkün değilse, aşk ile namus da o kadar imkânsızdır.

▪ O hâlde namus ile sakinlik elbette daha üstündür...” diyerek bundan mutlu bile olmak gerekeceğini düşünüyordu.

◆ eylul

▪ Bunları tuttuğu an zarfında Necib, bu uzun ve nasipsiz aşkın bütün mükâfatına ermiş gibi mutlu oldum zannetti. Başka bir hayatta, başka bir dünyadaymış gibi titriyordu.

kişisel blog,takip et

Yorum Gönder

♡ Yorumlarınıza en kısa sürede geri dönüş yapılır.
♡ Üyeliğiniz yoksa dahi anonim profili seçerek yorum yapabilirsiniz.

Whatsapp Button works on Mobile Device only

Yazmaya başlayın ve aramak için Enter tuşuna basın.