Korgan Yaylasında Bir Merdümgiriz |
İyi bir yazar olabilmek için iyi bir okur olmak lazım geldiğinden dem vurarak, hiç okumadığım ve kelime hazinemin tam takır olduğu yıllarda dahi kendimi zorlayarak bir şeyler yazar çizerdim... Oysa ki şimdi yorgunluktan kılını bile kıpırdatamayacak durumda olan beden işçilerinin duyduğu yorgunluğa müsavi bir fersizlik içerisindeyim... Acaba lüzumundan hayli eksik kitap okumalarım, kendime olan güvenimi tavan yaptırdı da, her şeye duyarsız birisi olup çıktım mı ne? Okumalarım zihnim yerine egolarımı mı besledi şeklindeki arızalı düşüncelerden kendimi alamıyorum?...
Yoksa, okuduğum kitaplar sayesinde insanların karanlık yanlarını daha iyi gördüm de, kurtuluş için çarenin onlardan kaçmakta olduğunu mu farkettim ve münzevileştim... Reşat Nuri Güntekin'in Dudaktan Kalbe isimli eserinde kendisini betimlediği gibi; "Evet ben şimdi büsbütün başka bir adamım. Bir köşede kendimi unutturmaktan başımı dinlemekten başka bir şey istemiyorum."
Ne olmuştu da böyle duygusuz hissiz ruhsuz biri olup çıkmıştım... Sıkıntılarım, beni üzen konular, tahammül edemediğim davranışlar bitmiş miydi de ben içimdekilere dert ortağı aramaktan bitkin düşüp vazgeçmiştim...
Kişisel blog yazmaya başlarken düşündüğüm; "insanlar yazdıklarımı okuyacak, duygularıma hislerime düşüncelerime ve beni üzen meselelerime ortak olacak, karşılıklı diyalog ve etkileşim içerisinde iyileşecektik" diyerek yazdığım reçete yan etki mi yapmıştı... Bu sebepsiz ruh elemlerim neyin nesidir?
Bunca yıldır, eksikte olsa gün aşırı kitap okuyucusu ve kişisel blog yazıları neşreden bir merdümgiriz birisi olarak anladığım bir şey varsa o da; yaşadıklarımızın, yazarak ya da birilerine anlatarak paylaşıp azalmasını beklemek yerine, kendi içimizde yaşayıp zamana bırakmanın, kabuk bağlamasını ve yaraların kendi kendine iyileşmesini beklemenin daha evla olduğudur...
Her geçen gün daha nikbin ve munis birisi olup, insani değerlerimizin artması yönünde beyhude isteklerim oldu... Doğrusunu aramak gerekirse bu beni müteessir etmekle kalmamış büsbütün dehşete düşürmüştür... Bencilliğin, narsistliğin ve karşılıksız kılını kıpırdatmayan insanların giderek çoğaldığına üzülerek şahitlik ettiğimiz bir asırdayız... Hasetlik, hasımlık ve duyarsızlık prim yapmış, hısımlarımızla olan münasebetimiz bitme noktasına gelmiş olmasına karşın bu durumdan en ufak bir kaygı ve rahatsızlık duymaz hale gelmişiz...
Filvaki bazen diyorum ki ahir zamanın, insanların ve çevremin tahrip ettiği ruhumu koruma altına almak ve onu rehabilite etmek için kendi içime kapanmanın en doğru hareket olduğunu düşünüyor ve kendimi bir şemsiye gibi kapatmak istiyorum... Gün be gün, etrafımda en ufak bir kıpırtıya ve insanların konuşmalarına hatta varlığına tahammül edemez hale geldiğime üzülerek şahitlik ediyorum...
Geldiğim noktadan geriye bakınca kaybettiğim bir çok haslete üzülmekle birlikte, Sabahattin Ali gibi; "Çayı, Kitapları, Yeşili, Doğayı, Eylül'ü, Maviyi, Denizi; Seviyorum. Ve tüm adaletsiz insanlardan eşit derecede uzak duruyorum." Hala bitmeyen şeyler olduğu için seviniyor ve Allaha şükrediyorum... Şuraya da son günlerde dilime pelesenk olan şarkıyı bırakarak konuyu bitiriyorum... Sağlıcakla kalınız....
Blogumu ziyaretiniz ve takibiniz için teşekkür ederim. Blogunuza abone oldum.
YanıtlaSilSon günlerde ben de işlerimin çoklugundan sanırım yazmayı erteliyorum sürekli, yeniden yazılarıma başlasam iyi olacak :)
Kıymetli yorumunuz ve burada olduğunuz için çok teşşekkürler...
Sil