Raif Efendi dışarı baktı. Pencerenin ardında, gökyüzü soluk bir tülle örtülmüş gibiydi. Hava kapalıydı. 9 Temmuzda başlayan yağışlar, 20'sine gelinmesine rağmen hala inatla toprağı dövüyordu.
Kapalı havalar, ruhunun kırılgan tellerinde gam nağmeleri çalardı. Bunu bilirdi. Sessizce söylenirken duyulmuşluğu çoktu: “Bu kasvet, içimi kemiriyor.” Fakat bir gün, kalabalığın homurdanmaları arasından yükselen bir ses, “Belki de bu yağmurlar bir lütuf,” demişti. “Başka diyarlarda insanlar, güneşin kızgın nefesinden kavruluyor.” Söz, mantığın süzgecinden geçip yüreğine bir damla serinlik bırakmıştı.
Havanın dilini çözmeye çalışmazdı hiç. Etrafındakiler, ceplerindeki küçük sihirli kutulardan fısıldanan kehanetlerle, “Yarın açacak,” diye avuturlardı onu. Çarşamba vaat edilmişti mesela. Lakin camın ardındaki gri, hüznün tonlarında ısrar ediyordu.
Aslında Çarşamba günü hava açacak demişlerdi. Fakat hala kapalı. Kapalı havalar psikolojimi menfi yönde etkiliyor diye özlemle söylendiği çok olurdu.
Yağmurlu havalardan herkes şikayet ederken, farklı bakış açısına sahip birisinin; "Belki de bu kapalı havalar bizim için bir nimet. Başka diyarlarda insanlar sıcaktan bunalıyor." şeklindeki söylemini aklıselim buldu.
Tansiyon, hayatına sinsi bir gölge gibi yapışmıştı. Sıcaklar yükseldiğinde damarlarında dolaşan ateş, başını döndürse de, güneşin altında coşan bir ruh taşıyordu içinde. Rahatsızdı belki, ama ilkbaharın ve sonbaharın güneşli günlerinde, sevdiği küçük seyrüseferlere çıkabilmek, ruhunu besleyen nadir anlardı.
Alt segment bir araca sahipti. Samimi arkadaşları, değiştir artık şunu, daha iyi bir araba al kendine diye telkinde bulunsalar da, Raif efendi meyus olmuyor, gülümsüyor ve bana yetiyor demekle iktifa ediyordu.
Direksiyona geçtiğinde, yeni keşfettiği kadim bestekârların nağmelerini açardı son ses. Notalar, arabayı doldururken, zamanın dışına çıkar gibi olurdu. Aracıyla seyrusefer ederken, yeni keşfettiği eski musikişinazların tegannilerini yüksek sesle dinlemekten hala keyif alıyor oluşuna seviniyordu. Son günlerde, bir şarkı dolanıyordu zihnine: Mahmut Tuncer’den “Layık Değilsin”.
Arabeskin hüzünlü çığlığı, Tuncer’in sesinde bir mızrap gibi titrerdi. Onun kasetleri, Raif’in hayatının arka plan müziğiydi adeta. İlk dinlediği kaset, “Uyandım Sabah İle” idi. O günden beri, Tuncer’in her bir notasını, her bir ünlemini, hatta kasetin sararmış kapağındaki çatlakları bile ezberlemişti. Sanki o ses, geçmişin tozlu raflarından süzülüp, bugünün yalnızlığına eşlik ediyordu.
Yağmur, camlara usulca vururken, Raif Efendi eski bir defterin sayfasına düşündüklerini karalıyordu. Belki de hayat, bir Mahmut Tuncer şarkısıydı: Bazen hüzünle kıvrılan, bazen sıcak bir anıyla ısınan. Kalemi bıraktı, gözlerini kapadı. Dışarıda yağmur devam ediyordu. İçerideyse, radyoda çalan o eski nağme…
02 Ağustos 2022
Yeni bir tarz denemesiyle yazıya dökülen bir içerik okudunuz. Sağlıcakla kalınız.
Yorum Gönder
♡ Yorumlarınıza en kısa sürede geri dönüş yapılır.
♡ Üyeliğiniz yoksa dahi anonim profili seçerek yorum yapabilirsiniz.