18.3.17

Okudum: Kitap Alıntıları, O ve Ben

necip fazıl kısakürek, o ve ben
Necip Fazıl Kısakürek'in, O ve Ben isimli kitabı, mürşidini arayan ve bulduğunu düşünen müridin hayatını kaleme aldığı otobiygrafik bir eser.

Necip Fazıl Kısakürek, kendini bulma çabası sonucunda ulaştığı Abdülhakim Arvasi Hazretleriyle tanışmasından önceki hayatında yaptığı yanlışları açık yüreklilikle anlattırken, ikinci bölümde ise şeyhine olan sevgisini ilmek ilmek nakşetmiş kitabın satırlarına.

Necip Fazıl Kısakürek'i ağırlıklı olarak sözlerinden tanıyordum. İlk kez kitabını okumuş ve yakinen tanımış olmaktan memnunum... Şimdi O'nu kendime daha yakın hissediyorum... kitapta, zekasını ve gözü pekliğini sıkça işlemesi sebebiyle, başlarda egosu yüksek bir şahsiyet olarak algılamış olsam da, ısrarla hiçlik makamında yükselme arzusu içerisinde bulunduğu yönündeki iradesini ortaya koymuş olması sebebiyle bu düşüncem kadük kaldı....

Dede sevgisinden yoksun büyüyen bir çocuktum... Annemin babasından dedem severdi beni ancak kucağına alıp bağrına bastığını ve harçlık vererek beni şımarttığını hatılamıyorum... Nur içinde yatsınlar inşallah... Necip Fazıl ile dedesi arasındaki muhabbeti okudukça imrendim ve torunluğumu yaşayamamış olmanın eksikliğini hissettim...

Ez cümle; O ve ben, okuduğuma memnun olduğum nadir kitaplardan bir tanesi...


O ve Ben Kitabından Alıntıladıklarım


O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret… Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî’nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı. Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona:

-Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et! Diyemiyordum.

Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.

Bundan sonra, Büyük Mürşidin eşiğine kadar, zanna ölçüsüne nisbetle çok hızlı çizgilerle gideceğim için, bu toplu hükmü, tepeden inme, yerine unutuyorum. Beni oralara, bilmeden hasretini yaşadığım iklime çeken saikin daha evvel bende bulduğu istidat zeminini göstermek, böylece kendimi değil, yine onu belirtmiş olmak için de, başlarda kaydettiğim gibi, öz hayatımdan ve nefsimden noktacıklar serpmek zorunda kalıyorum.

Yoksa (o iklim) ve muhteşem saray dururken, benim köstebek yuvası evimin ve solucan hayatımın ne değeri olabilir; ve başlangıçta sürdüğüm hayata nasıl bağlanabilir?..

Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum.
BİRİNİ...
O, kim mi?
Allah'ın Sevgilisi...
Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı...
Tek dâva O’nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.
Binbir istikâmette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki meccani emniyet ve bedalıet saadeti karşısında şaşkm, hep O BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat...
Benim hayatım budur!


BAHRİYE

O zamanın ütopyasına göre harb kazanıldıktan sonra bize geçecek olan Fransız donanmasının zırhlılarında vazife görmeğe ve prenseslerin ellerinden öpmeğe namzet lahitler sıfatiyle yetiştirildiğimiz, bu şartlara göre seçilip almdığımız, herkes saman ekmeği yerken nefis sofralara oturtulduğumuz, müzikle yemek yediğimiz, saraylara mahsus muaşeret edepleri içinde yoğrulduğumuz, böyleyken disiplinlerin en yakıcısı içinde kavrulduğumuz, memleketin en namlı hocalarına mâlik bulunduğumuz ve tatile üç ayda bir çıktığımız Bahriye Mektebi...

Bir irşat ediciye varmadan olmaz! Yollara düş, . . bucak bucak ara ve irşat edicini bul! Kırdrğı her cevizin içi bomboş...

AV


Bu, büyük bir mânevî buhran, (metafizik) kıvranış, yepyeni bir kuruluşa doğru temelinden sarsılıştı; en kısa zamanda sezdiğime göre, onun, Efendi Hazretlerinin tek nazarıdır ki, beni bu hâle getirmişti.
Avlanmışım.
Beni avlamışlardı.
Adi sinir hastalıklariyle, yahut, marazî ruhiyat kitaplarının çerçevelediği basit ve süfli ruh ihtilâçlariyle alâkası yoktu bu halin... Ulvî mi ulvî, bir çile...

Belki aklın verâsına çıkıp çıldırma noktasına gelmenin ve sonra kudsî bir nur, bir ruh feyziyle kanat Ve muvazene kaza


Fildişi Kule'yi yıkıp büyük içtimaî plâna, cemiyet meydanına çıkmak; orta yere bir tarih, nefs, Şark ve Garp muhasebesi çıkarmak, asrın nabzım bulmak ve her şeyi kendi vâhidine ve oradan mutlak vâhide irca etmek ihtiyacı, bende onunla doğdu... (Sokrat)ın yaptığı gibi, insanları eteklerinden çekip:
-Hey, nereye?.. .
Diye haykırmak ve:
-Her şey yanlış; her şey yeni baştan ele almaya ve inşa edilmeye muhtaç! ..

Nârâsım basmak borcu, bende onunla gerçekleşti

Besmelesiz kesilen hayvanların etlerini yemekteki mahzuru öne süren birine dediler:
-Sen yerken Besmele çekiyorsun ya; ona bak!...

Allah için, öfkeden başka hiçbir davranışı kabul etmiyorum. Benim kalbim kırılmak içindir ; başkalarının kalbiyse okşanmak için.. Asıl ben kalb kırmamaya bakayım.

Ben katilden, ırz düşmanından, yan kesiciden, esrar satıcısından da âdi ve sefilim.. Bunların arasında bulunmaktan eza duymak, nefs çığlığından, o zalim ve kafir ejderhanın hâlâ üstünlük gayretinden başka bir şey değildir..

"Biz sabit kaldık ve hep yerimizde bekledik. Zira yerimizi bulmuştuk."

Felsefe, hakikati bulmanın değil, ancak birbirinin yanlışını bulup çıkarmanın ve ebediyen hakikatten mahrum kalmanın âleti...

Herkes nasıl bilirse bilsin; sen kendini suçlu bil!

Günahtan korkmanın da derecesi vardır.Fazlası da günahtır.Biz iki kanat ortasındaki ahenk ve muvazeneye memuruz. Allah'ın Resulü, sahabilerin büyük bir günah korkusu geçirdiğini görünce buyurmuşlardır: "Allah dilerse hepinizi helak eder, yerinize günah işleyecek yeni insanlar yaratır ve onları affeder." Peygamberlerden hiç günah işlememiş biri, günah işlemek ve gufran tecellisine vesile olmak için tekrar yeryüzüne inecektir. Peygamberlerinki günah değil <> dir.Dava, günah işlemek mi? Hayır! Günah korkusu ölçüyü taşırınca bu defa o yoldan insanı sapıtmaya gelecek olan şeytana karşı durmak.

Allah'tan başka her yakınlık, temelsiz bir vehimden ibaret.

Fotoğraf: Betül Zeyrek

Yorum Gönder

♡ Yorumlarınıza en kısa sürede geri dönüş yapılır.
♡ Üyeliğiniz yoksa dahi anonim profili seçerek yorum yapabilirsiniz.

Whatsapp Button works on Mobile Device only

Yazmaya başlayın ve aramak için Enter tuşuna basın.